✨ Baştanbaşa Kırgızistan | 8-18 Ağustos ✨Bişkek’ten Issık’a

10 gün sürecek Baştanbaşa Kırgızistan faaliyetimiz için 8 Ağustos günü yola koyulduk. 16 Kişilik Nokta Dağcılık ekibi olarak heyecanlıydık. Beş saat süren uçak yolculuğumuzun ardından sabahın ilk ışıklarıyla Bişkek’e vardık.  Başkent gezisi dönüş programımızda yer aldığından kısa bir turun ardından Bişkek- Balıkçı hattında yol alacağımız trene binmek üzere şehir garına ulaştık. Otantik döşenmiş koltukları, kadife perdeleri ve panoramik camlarıyla bizi zamanda yolculuğa çıkaran trenin VIP vagonunu gördüğümüzde ise kendimizi evimizde hissettik. Karşılıklı koltuklarda oturduk, masalarımızda kahvaltılıklarımız, çayımız , kahvemiz  bozkırdan dağlara uzanan manzaraları sindirerek ve dinlenerek ilerledik.  4.5 saati bulan bu yolculuk bozkır ve dağların büyüleyici ve huzurlu havası, trenin tıngır mıngır sallantısı ile gönüllere şifa bir Asya macerasına başladığımızın habercisiydi. Son durağımız olan Balıkçı’da seyahatimiz boyunca aracı ile bizleri taşıyacak, rehberliğimizi ve tercümanlığımızı da yapacak Mirlan ile buluştuk. Çok geçmeden de tren yolculuğunun nasıl da büyük bir lüks olduğunu anladık. Zira inşaatı devam eden yolların yanında uzanan yamalı, engebeli toprak zeminde sarsılarak ilerlemeye başlamıştık.

İlk durağımız Issık Gölü kıyısındaki Chok-Tal oldu. Dünyanın en büyük dağ göllerinden biri olan Issık Göl’ün dinginliğinde soluklandık; gökyüzüyle birleşen maviliği ruhumuzu arındırdı. Konaklayacağımız misafirhanelere yerleşmeden yerel lezzetleri tattık. Kırgız mantısı, lagman, çanaklarda ikram edilen çay, salatalar, beşparmak…

Issık Gölü’ne vardığınızda ilk dikkatimizi çeken şey, mavi ile beyazın eşsiz uyumu oldu. Bir yanımızda 3.000 metrenin üzerinde yükselen karlı Tanrı Dağları, diğer yanımızda ise deniz kadar geniş, göz alabildiğine uzanan göl… Deniz seviyesinden yaklaşık 1.600 metre yüksekte yer alan Issık Gölü, 182 kilometrelik uzunluğu ve 60 kilometrelik genişliği ile dünyanın en büyük dağ göllerinden biriymiş. “Issık” yani “sıcak” adı da boşuna da değilmiş. Kış aylarında bile donmayan suları, derinliklerinden gelen sıcak kaynaklarla beslenirmiş. Bu yüzden göl, sadece bir doğa harikası değil, aynı zamanda bilimsel açıdan da özel bir ekosistemmiş.

Kıyısında yürüdüğümüzde, bir yanda kayısı ve ceviz ağaçlarının gölgesine sığınıp dinlenirken, diğer yanda sonsuz maviliğe bakarak huzur bulduk.  Kumsalları ve iskeleleri, sığ sahilleri, kumluk zemini ve adı gibi ıssacık sularında yüzmek harika bir deneyimdi. Günbatımı ise eşsiz bir görsel şölen sunuyordu. Kıyısında kitaplarını kaleme alan Cengiz Aytmatov’un sözleri ile akşamı karşıladık .
“Güneş, gölün üzerinden yavaşça çekilirken, insan kalbinin derinliklerine huzur iner.”

Gece ise kısmetimize dolunay bütün ihtişamı ile bizi karşıladı. Issık’a uzanan iskelede  çayımız ve muhabbetimiz ile bu muhteşem güzelliği yaşamak harika bir deneyimdi. Gölün suları hafifçe dalgalanırken yine Aytmatov’un sözlerini fısıldıyordu. “Dolunay, gölün üzerine gümüşten bir yol serer; insan o yoldan geçip kendi düşlerine varır.”
Issık Gölü’nü sadece doğal değil, mistik bir güzelliğe sahipti. Burada, gökyüzünün parlaklığı ile gölün berraklığı arasında insan kendini zamanın ötesinde hissediyordu.

Sabah göl kenarında kahvaltımızı yaparken ülkenin tarihine yapacağımız yolculuk için heyecanlıydık.

İlk durağımız yolumuzun üzerindeki Ornok Köyündeki Kumancan Datka Müzesi oldu. Kırgız tarihinin en güçlü kadın figürlerinden biri olan Kumancan Datka (1811–1907), halkı tarafından “Alay Kraliçesi” olarak da anılıyor. Cesareti, siyasi zekâsı ve ileri görüşlülüğüyle yalnızca kendi döneminin değil, bütün Orta Asya tarihinin en saygın kadın liderlerinden biri. 19. yüzyılın çalkantılı yıllarında, Kırgız halkının bağımsızlığını, kültürünü ve onurunu korumak için mücadele etmiş; barış, diplomasi ve birlik çağrılarıyla tanınmış. Onun adı, kadınların toplumdaki gücünü ve iradesini simgeleyen bir miras olarak günümüze ulaşmış. Kumancan Datka Müzesi, ziyaretçilerini bu güçlü kadının yaşamına ve dönemine doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Müzede, onun kişisel eşyaları, dönemin el yazmaları, mektupları, yöresel kıyafetler ve Kırgız kültürünü yansıtan etnografik objeler sergileniyor. Müze, yalnızca bir tarihî şahsiyetin hikâyesini değil, aynı zamanda Kırgız kadınlarının toplumdaki yeri ve gücünü de hatırlatıyor. Issık Gölü ve Tanrı Dağları’nın eteklerinde gezerken bu müzeyi görmek, Kırgızistan’ın ruhunu daha derinden anlamak için eşsiz bir deneyim sunuyordu.

Sonrasında Çolpan-Ata’da, petroglif müzesindeki keşiflerle Kırgız kültürünün derinliklerine daldık. Açık hava müzesi niteliğindeki bu alanda M.Ö. 2. binyıldan Orta Çağ’a kadar uzanan yüzlerce petroglif bulunuyor. Kayalara işlenen figürler arasında geyikler, dağ keçileri, av sahneleri ve güneş sembolleri dikkat çekiyor. Bu çizimler, bölge halkının inançlarını, doğayla kurduğu bağı ve avcılık kültürünü gözler önüne seriyor. Çolpan-Ata’daki petroglifler, Tanrı Dağları’nın eteklerinde ve Issık Göl’ün serin rüzgârı eşliğinde görülünce daha da etkileyici bir anlam kazanıyor. Burada dolaşırken, binlerce yıl önce yaşamış insanların ellerinin değdiği taşların arasında yürümek, zamanda bir yolculuğa çıkmak gibi. Kırgızistan’ın en önemli arkeolojik hazinelerinden biri olan bu alan, tarih meraklıları kadar doğa tutkunlarına da büyüleyici bir deneyim sunuyor. Gökyüzünün mavisi, gölün ışığı ve taşlara kazınmış semboller arasında, insan kendini hem tarihin içinde hem de doğanın kalbinde hissediyordu.

Issık Göl kıyısında, Çolpon-Ata’nın berrak havasında yürürken kendimizi birden kültürler ve inançların ortak buluşma noktasında bulduk: Ruh Ordo Açık Hava Müzesi. Adı gibi “ruhların buluşma yeri” olan bu alan, farklı inançları yan yana getirerek bize aynı gökyüzü altında birleştiğimizi hissettirdi. geniş avlusu ve Issık gölüne uzanan kopuz şeklindeki iskelesi ile dev bir mekanda neler yoktu ki? Kırgız edebiyatının ustası Cengiz Aytmatov için ayrılmış eşyaları ve eserlerinin sergilendiği kocaman bir müze, geniş avlunun etrafında dizilmiş  minik birer cami, kilise, sinagog ve Budist tapınağı… Bu sembollerini yan yana görmek, aslında farklılıkların değil, ortaklığın öne çıktığı bir dünyanın mümkün olduğunu fısıldıyordu. Açık hava müzesinde dolaşırken yalnızca dinlerin sembollerini değil, aynı zamanda tarih boyunca insanlığa yön vermiş büyük isimlerin izlerini de gördük. Farabi’nin, İbni Sina’nın bilge yüzleri; Manas destanından yükselen kahramanlık ruhu; Kırgız halkının yetiştirdiği büyük liderler ve dünyaca ünlü düşünürler, bilim insanlarının figürleri bize eşlik etti. Her birinin önünde biraz durup düşündük; tarihin, bilginin ve kültürün aslında ortak bir miras olduğunu daha derinden hissettik. Issık Göl’ün mavisiyle bütünleşen bu açık hava müzesi, bizim için yalnızca bir ziyaret değil, farklı kültürleri ve bilgelikleri kucaklayan huzurlu bir yolculuk oldu.

Akşam üzeri konaklayacağımız yere doğru yol alırken hissediyorduk ki artık sıra, Kırgızistan’ın eşsiz doğasında yürümeye, tırmanmaya, keşfetmeye gelmişti.

Özden Gülen 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir