Bosna’ya yolculuk
6 Temmuz sabahında sırtlarımızda dünyanın yükü ile Ördekli Kültür Merkezi önünde toplanan on dokuz kişiydik. Bunaltıcı sıcağa rağmen çantaların ağırlığını hissetmiyorduk. Çıkacağımız yolculukta neyle karşılaşacağımız konusunda az çok fikrimiz olduğundan hepimizde belirgin bir heyecan vardı ve bu herhangi bir doğa yürüyüşü, kamplı yayla gezisi ya da zirve faaliyetinden çok daha fazlasıydı.
Bu kez, sınır ötesindeki Boşnak kardeşlerimizin yanında “Ölüm Yürüyüşünden Barış Yürüyüşüne” Marş Mira”ya katılmak üzere yollara düşüyorduk. Tarihin “Srebrenica katliamı” diye kaydettiği soykırım sırasında yaşanılan derin acıyı, unutulmadığını, unutulmayacağını göstermek için 17 senedir Tuzla Nezuk’tan başlayan ve Srebrenica Potaçari köyünde sona eren 100km’lik zorlu yolculuk Avrupa’nın göbeğinde göz yumulmuş bu soykırımın acısını paylaşmak üzere yapılmaktaydı. Amacımız, dünyanın dört bir yanından gelen binlerce katılımcı ile 26 yıl önce katliamdan kurtulmak için gece gündüz yürünen bu güzergâh üzerinde yaşananları bir nebze de olsa anlayabilmek, bölgedeki Boşnak kardeşlerimizin acısını ve hislerini paylaşabilmekti.
Bu duygular ile Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin sağladığı araçla Sabiha Gökçen Havalimanına hareket ettik ve havalimanında Türkiye Dağcılık Federasyonu Başkanı Ersan Başar ile buluşarak akşam saatlerinde Saraybosna’ya ulaştık. Bizi bir Anadolu şehri sıcaklığında karşılayan Saraybosna Baş Çarşısının bağrındaki küçük otelimizde candan ve güler yüzle misafir edildik. Bizi havalimanında karşılayan Bosna – Hersek Dağcılık Federasyonu rehberleri Husein Sabic ve Zaim Aljicevic ile Noble Otelin güler yüzü Dina Kordic kendimizi evimizde hissettiren ilk dostlardı.
Gece yarısına kadar insanlarla dolu Baş Çarşı sokaklarında tarihin izlerini sürdük hatta şehitliğe kadar uzanarak Aliya İzzetbegoviç’i kabrinde dualar okuduk.
Uzun gecenin ardından şaşırtıcı derecede dinç uyandık. Kahvaltının ardından sırt çantalarımızı yüklenerek birlikte hareket edeceğimiz Türk grup ile buluşmak üzere At Meydanına geçtik. At Meydanı ulu ağaçları ve serin gölgeleriyle şehrin ortasında bizleri dinlendirdi. On dokuz kişilik Nokta Dağcılık ekibi olarak, 30 kişilik Türkiye gönüllü katılımcıları ile buluştuk. Bizi bekleyen otobüsler ile dört saat uzaklıktaki Tuzla istikametinde yola koyulduk.
Yolculuk boyunca önümüzde serilen yemyeşil dağlar, kırmızı kiremitli minik evleriyle masal kitaplarındakilere benzeyen köyler ve huzurlu, sessize alınmış bir dünyaya daldık gittik. Bu sessizliğin ardındakileri anlayabilmemiz için o dağlarda bizzat yürümemiz gerekiyordu.
Akşam saatlerinde Tuzla’yı geride bırakarak Nezuk’a vardık. Marş Mira yürüyüşü için hazırlanan ana kampın biraz aşağısında köy evlerinden birinin önünde durduk. Balkonlarında bizi bekleyen aile hemen sağ tarafta uzanıp giden bahçeyi işaret ediyordu. Evet bu gece ilk kamp alanımız bu Boşnak ailenin bahçesiydi. İlk kez bu topraklara gelen herkes gibi şaşkındık. Evlerinden ihtiyaçlarımızı giderebileceğimiz söylüyorlardı. Eşyaları indirip çadırları kurduktan sonra yere serilen hasırların üzerinde imece usulü yürüyüş boyunca geçilecek köy yollarında çocuklara ve halka dağıtmak üzere hediyeler paketlemeye başladık.
Bu arada etrafımızda pervane olan ev sahibimiz Jasmina ve ailesi kocaman cezvelerle yaptıkları kahveleri ve içecekleri ikram ediyor bizi nasıl ağırlayacaklarını şaşırıyorlardı. Elli kişilik bir gruba evin kapısını sonuna kadar açan bu insanlarla dilimiz aynı değildi ama gönüllerimiz birdi. Bizi görmeye gelen komşularıyla beraber durup durup ellerimizi tutmaları, bardaklarımızı boşalmadan doldurmaya uğraşmaları bu milletin ne kadar gönlü zengin olduğunun göstergesiydi. Bize, bizim birbirimize sarıldığımızdan çok sarılıyorlardı.
İmece usulü hediye paketleme ve muhabbet, birlikte hareket edecek Türk grupları da kaynaştırdı. Grup liderleri Caner, Gülşen ve rehberimiz Mirza ile geçmiş yılların deneyimlerini paylaştık ve bölgede yaşananlara dair sorularımıza yanıtlar aradık. Gerçi ne kadar anlatılırsa anlatılsın göreceklerimizin yerini hiçbir bilgilendirme tutmayacaktı.
Nezuk’tan Liplije’ye Yollar
Sabahın ilk ışıklarıyla kalkıp çadırlarımızı topladık. Bir sonraki kamp alanına gönderilecek eşyaları araçlara yükleyerek kahvaltı ettikten sonra ev sahiplerimizle vedalaşma vaktimiz geldi. Hepsi ile sarıldık ama Türk bayraklarıyla donanmış çocuklarla vedalaşmak en zoru idi.
Nezuk ana kamp alanına vardığımızda akreditasyonları yaptırarak kartlarımızı boynumuza astık. Etrafımızda onlarca ülkeden binlerce kişi ellerinde bayrakları, flamaları ama illaki yakalarında Srebrenica çiçeği ile harekete hazırlanıyordu. Yakalarımıza taktığımız elde örülmüş yeşil beyaz bu çiçek neyi ifade ediyordu, mutlaka öğrenmeliydik. On bir yaprağı 11 Temmuz’u işaret edermiş meğer. Hani şu büyük katliamın başladığı günü. Ortasındaki yeşil yuvarlak tohum aslında yeşil tabutları simgelermiş. Etrafında halka halka büyüyen beyaz yapraklar ise beyaz yaşmaklı, gözü yaşlı annelermiş. Hani o kocası, babası, kardeşleri ve oğullarından ölüm yolunda ayrı düşen ve bir daha göremeyen, yeşil tabutlarına kavuşmayı bile teselli kabul eden o analar. Bu öğrendiklerimizden sonra yakamıza taktığımız aslında Srebrenica çiçeği değil, anaların gözyaşı, şehitlerin kefeni gibi hissettik.
Saat 9.30 da kortej olarak 3000’e yakın katılımcı ile Liplije’ye doğru yola koyulduk. Ormanın ardından çıkılan köy yollarında bizi bir sürpriz bekliyordu. Evinde misafir olduğumuz aile araçları ile gelmiş ellerinde Türk bayraklarıyla bir başka köyde bizi selamlıyordu. Sadece onlar mı? Yürüyüşün başlaması ile yerli halk evlerinin önünde, yollarda acılarını paylaşmaya, yaşadıklarını dünyaya duyurmaya gelmiş yürüyüşçüleri karşılamak üzere iki taraflı sıralanmıştı. Hediye paketlerini uzattığımız çocukların mahzun ve utangaç bakışları, gözlerindeki bir anda yanıp sönen sevinç ışığı bile bin kilometrelik yolu aşıp gelmeye değerdi. Hele gözü yaşlı anaların uzattığımız ele sarılmaları, dedelerin titreyen elleriyle selamlamaları… Evlerinin önüne masalar çıkarmışlar gelen geçene su, içecek dağıtıyorlardı. Dayanılmaz sıcakta yaktıkları odun ateşinin üzerine oturttukları kazanlarda çay ,kahve kaynatıyor gelene geçene ikram ediyorlardı. Kimin nesi varsa paylaşıyordu, en çok da gönüllerini… O an bu coşku seli ile ilerlerken ürperdik. Geçtiğimiz köyün minaresinden okunan ilahi dalga dalga semaya yükseliyor, büyük bir sessizlikle yürüyenlerin adımlarına eşlik ederken ruhları kanatlandırıyordu. Bir süre caminin önünden ayrılmadan ilahiyi dinlerken etrafımızdaki Boşnak kardeşler ile göz göze geldik. Duygular ve acılar birleşti, coştu, aktı… Parlog köyü’nde anıt mezarda sehit kumandan Ejibu Golicu anma konuşmaları yapıldı, Fatihalar okunarak yürüyüşe devam edildi. Güzergah boyunca bizi eritip bitiren, sadece gölgede 35 dereceyi bulan sıcak ve yer yer asfalttan devam eden yol değildi. İlerledikçe sağlı sollu karşımıza çıkan tabelalarda bölgede her yerde şehitlerin bulunduğunu anlıyorduk. Zira toplu mezar tabelalarının ilkinde 94, az ilerideki Sinagovo’2 de 230, beş kilometre ötede Zuvernik’te 156 ve son olarak Zuvernik-Sınagovo’da 214 kişinin cenazelerinin toplu olarak bulunduğunu okuduk. Bunlar bulunabilenlerdi. Ya hâlâ kayıp olanlar? Fatihalar ile yürüyüşe devam ederek inişli çıkışlı 25 kilometrelik ilk gün yürüyüşünü tamamladık.
Artık Liplije’de ana kamp yakınlarında konaklama, çadırları kurma vaktiydi. Akşam inerken yorgunluklar hiç hükmünde, hüzün ve şaşkınlık ise had safhadaydı. Yavaş yavaş Srebrenica’nın da Marş Mira’nın da ne demek olduğunu anlamaya başlamıştık.
Özden Gülen Çiçek
Temmuz 2021
Gözler yaşlı okudum Özden Hanım. Bütün duygularınıza eşlik ettim okurken. Allahım gözü gönlü körlere de ayan etsin bütün bu yaşananları. Amin.
Çok teşekkürler. İnşallah farkındalıklarımız artsın . böyle anlamlı faaliyetlerde hep birlikte olalım