Nokta Dağcılık ekibi olarak 28 Mart 2021 Pazar sabahı Karacabey Güngörmez Köyü, Karadağ, Kedikaya Şelaleleri günübirlik yürüyüşünü gerçekleştirmek üzere yola koyulduk.
Hafta içi sürekli yağan yağmur, hatta atıştıran kardan sonra pırıl pırıl bir güne merhaba demiştik. Masmavi gökyüzü altında şehrin caddelerinden, beton bloklardan, sanayi bölgelerinden geçip giderken sanki bir yıldır hayatı sekteye uğratan, yönünü değiştiren, sosyalleşmemizi engelleyen, evlere kapatan pandemiyle kuşatılmışlığımızı da geride bırakıyorduk.
Uluabat Gölü’nü geçince otoyoldan ayrıldık. Köy yollarında leylekleri selamlayarak, baharlarla donanan ağaçları ve yemyeşil tarlaları seyrederek yukarılara doğru yol almaya devam ettik. En tepede azametle yükselen rüzgâr santrallerinin altına geldiğimizde önümüze serilen manzara muhteşemdi. Uzaklarda Uluabat Gölü sabah sisinin ardında gümüş gibi parlıyordu. İrili ufaklı tepeler yeşilin bin bir tonuyla kuşanmış, köyler öbek öbek tepelere serpiştirilmişti.
Karacabey’den bize katılacak arkadaşlarla yolda buluşarak Güngörmez köyüne ulaştık.
Güngörmez Karadağ’ın tepesinde bir oduncu köyü. Ihlamur, kestane, defne, meşe gibi çok çeşitli ağaçlarla kuşatılmış Karadağ’ın üzerinde yer alıyor. Sakinlerinin kökenleri 1880’li yıllarda Kırımdan gelenlere dayanırmış. Söylenene göre sık ağaçlı ormanlık bir köy olduğundan güneş görmez anlamında Güngörmez adı verilmiş. Köyde kış aylarında 10, yaz aylarında ise 30 hane yaşarmış ve köy halkı geçimini ormandan sağlarmış.
Köy kahvesinde içilen çayların ardından, maskelerimizi indirmeden sosyal mesafeyi koruyarak geniş bir halka olduk. Başkan Hacer Özkalender’in yürüyüş hakkında yaptığı bilgilendirmeye göre doğada tek sıra halinde ikişer metre arayla yürürken maskeleri indirip doğada oksijeni bol bol soluyabileceğiz. Gruptan ayrılmak yok. Önde rehberimiz, en arkada da artçı arkadaşlar olacak. Ellerinde telsizlerle grubun kontrollü yürümesini sağlayacak ve birbirleriyle gerektiğinde haberleşecekler. Kendi başımıza “şuradan da gidip öndekileri yakalasam ne olur” demeyeceğiz. Sadece önümüzdeki arkadaşı takip edip onun bastığı yere basacağız. Karacabey’den bize katılan rehberimiz Murat Bey ile tanışarak yola koyulduk.
Daha yürüyüşün başında kolay zannettiğimiz parkurun sürprizlerle dolu olduğunu fark ettik. Hafta boyu yağmurlarla beslenen toprak traktör yolu, balçık halinde önümüzde uzanıyordu. Bu çamur engeli bizi kayın ormanının içine yönlendirdi. Sık ağaçların ve çalıların arasından yürürken” işte bir doğa yürüyüşü” diyorduk. Çok geçmeden yine çamur engeline takıldığımızda ise attığım bir adımla çamura gömüldüm. Bataklık böyle bir şeymiş demek. Çıkmak için ayağımı çekmeye çalıştıkça daha da batıyorum. Sakin kalmak ve bir destek bulmak tek çözüm. Arkadaşın yardımı ile bataktan çıkarken, baton ile kontrol etmeden, derinliğini anlamadan adım atmamak gerektiğini bir daha anlamış oldum.
Uzayıp giden patikada devam ederek Kedikaya Şelalesi yol ayrımına ulaştık. Burada yürüyüş biraz zorlayıcı olacakmış. Bir dik inişte ip kullanılacak, kayalıkların üzerinden devam ederek şelaleye ulaşacakmışız. İp inişi zemin de çamur ve kaygan olunca gözümü korkutsa da cesaret ederek ekibin peşine takıldım. İnsan her şartta ilerleyebilmeli. Hele ki yardımcı olacak, el verecek arkadaşları varsa. İnişi sorunsuz gerçekleştirip çağlayarak akan derenin kenarında kaygan kayalar üzerinden yürümeye devam ettik. Haydi bir adım, bir adım daha. Derin derin nefes aldım. Daha yapraklanmamış ağaçlar oldukça sık. Ayaklarıma takılanlar da ne öyle? “Gizli sarmaşıklara dikkat!” Kuru dalların, yaprakların altına, arasına nasıl da saklanmışlar. Bir an dalıp gitsem ayaklarıma dolanıp düşürecekler. Tutunmak istesem ağaç gövdelerine sarılan sarmaşıklar dikenli. Ağaçların incecik dalları da başka tuzak. Öndeki ile mesafeyi kollamak bu açıdan önemli; onun ilerlerken sürtünüp iki yana açtığı dallar gelip yüzümüze çarpabilir. Yapraktı, daldı, sarmaşıktı derken bir de baktım ekibin peşinden şelaleye ulaşmışım. Bu ferahlatıcı çağıltı, serpintiler ve görüntü bütün yorgunluklara değdi.
Kısa bir molanın ardından geldiğimiz güzergahtan geri döndük. Bu kez ip tırmanışı bizi bekliyordu. Başarı ile yol ayrımına ulaştığımızda Hacer başkan 5 dakikalık sessizlik ve doğayı dinleme molası istedi. Hepimiz oturduğumuz yerde gözleri kapayıp dinlemeye geçtik. Avuçlarımızın içinde güneşi hissettik. O sessizlikte ağaçları, kuşları, otları, çiçekleri ve dahi toprağı dinlerken aslında iç sesine, benliğine kulak verdiğimizi fark ettik. Bir dinlemeyi bilebilsek doğanın bize söyleyeceği ne çok şey vardı aslında. Kuşlar, yapraklar, rüzgâr, dallar, toprağın altında ve üstündekiler adeta kulağımıza hikayelerini fısıldıyorlardı. Aslında sadece sessizlikte de değil doğaya saygı. Her türlü gürültüde bile insanın içindeki sessizlikte akıp gidiyor.
Patika yolda yaklaşık bir saatlik yürüyüşün ardından ikinci şelaleye ulaştık. Bu kez bizi bir dere geçişi bekliyordu. Yine yardımlaşarak karşıya geçerken dengeyi sağlamanın ne kadar önemli olduğunu bir daha anladık. Yağan yağmurların coşturduğu şelalenin serinliğinde, harika manzarasına nazır öğlen yemeği molasını verdik.
Dinlenme saatleri ve şelale çağıltısı hiç bitmesin istesek de dönüşe geçmek gerekliydi elbet.
Sırt çantalarımız yemek molasının ardından hafifledi ama biz ağırlaştık. Üstelik ikindiye yaklaşan vakitte yorgunluk da çökmeye başladı. Bu yorgunlukla zaman zaman yokuşa vurarak devam eden yolda yavaşlasam da etraftaki muhteşem orman manzarasına odaklanmaya çalışıyordum. Yorgunluğumu, balık otları, mor çiçekler, papatyalar, adını bilemediğim yeşillikler, yosun tutmuş iri ağaç gövdeleri azaltır diye umutlanıyordum.
Sabah beri edindiğim tecrübeleri düşünürken doğa ve dağ yürüyüşünün hayatın bizatihi kendisi gibi olduğunu fark ettim. İnişleri ve çıkışlarıyla, zaman zaman zorlaşan, ağırlaşan hatta kayganlaşan zemini ile, aşmamız gereken engelleriyle. Hatta ayağımıza dolanan sarmaşıkları, geçilmesi gereken dereleri, bastığımızda sallanan taşları ile. Sırtımızda her daim yüklendiğimiz, taşımak zorunda olduğumuz ağırlıklar ve yolu gösteren bir rehberiyle. Varılacak menzil belli ama patikalar yol ayrımlarıyla dolu. Sonuçta adımı atacak, ilerleyecek olan biziz. Düşersek el verip kaldıracak yol arkadaşları var elbet ama silkinerek doğrulacak ve yürümeye devam edecek yine bizden başkası değil. Çalı, diken ya da çamur dolu arazide dikkatle, gayretle, azimle yola devam edilecek işte, durmak yok. Meşakkat çok ama ardındaki bir cennet sefası.
Uzaklardan görünen Kedikaya köyüne yaklaştığımızda bizi bir sürpriz bekliyordu. Yol üzerinde kucağında keçi yavrusuyla bizi selamlayan Eslem. Güneş adını verdiği yavrucuk daha 9 günlükmüş. Sevmemize izin verdi, sorularımızı cevapladı. Böyle güzel bir faaliyetin sonlarına gelirken Eslem ve Güneş ile bir daha canlandık, sevgi ve umut dolduk.
Yürüyüş boyunca ekibin yüksek enerjisi dalga dalga yayıldı, dağlarda yankılanıp geri döndü. Güngörmez’de başlayan faaliyet geniş bir yay çizdikten sonra Kedikaya köyünde sona erdi. Kolay zannettiğimiz parkurumuzun kolay-orta olduğunu tespit ederken yürüyüşün 15 kilometreyi bulduğunu öğrendik. Olsun! Tamamlamış olmanın mutluluğu yorgunlukları hafifletecek elbet.
Hiç bitmesin denilen gün yavaş yavaş akşama dönerken çay ve kahvelerini yol üzerindeki Harmanlık çay bahçesinde içen ekibimiz bir dahaki faaliyetin ne zaman neresi olabileceğini çoktan konuşmaya başlamıştı bile.