Sabahın ilk ışıklarıyla hazırlanmaya başladım. Sırt çantamı kontrol ediyorum. Su matarası, tozluklar, batonlar, yiyecek, yedek giysi; evet, hepsi tamam. Güne bir dağ köyünde merhaba demek niyeti ile yola revan oluyorum.
Ördekli Kültür Merkezi önünde Nokta Dağcılık ekibine katılıp otobüs ile hareket ediyoruz. Teferrüç mevkiinde kısa bir çay molası verdikten sonra dağ yoluna sapıyoruz. Araç ağır ağır kıvrılarak uzanan yokuşu tırmanırken ovayı istila etmiş şehir aşağılarda kalıyor. Karşımızda yeşil çamlar ve yaprakları sonbaharın renklerini kuşanmış, çoğu da rüzgarına kapılıp gitmiş ağaçlarla kaplı tepeler var ki, seyre doyum olmuyor.
Çok değil, sadece 3 kilometrelik bir yolculuğun ardından kendimizi tepelere yayılmış irili ufaklı evlerin arasında bir minik meydanda buluyoruz. Son dönemeçteki seyir tepesinden Bursa ovası’na hüzünle bakıyoruz. Taş üstüne taş… Şehre bu on dakika kadar yakın, kalabalığa, telaşelere, keşmekeşe fersah fersah uzak köyün adı Zeyniler. Yalçın kayalar, yemyeşil çamlıklar, yaprakları çoktan dökülmüş kestane ağaçları, yamaçlara serpiştirilmiş evler, caminin bir kalem gibi uzanan incecik minaresi ve Zeyniler kabristanı.
Evet, bulunduğumuz köy Zeyniler, hani şu Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanında Feride’nin öğretmenlik yaptığı dağ köyü. Peki Feride kim? Sadece bir roman kahramanı mı, yoksa gerçekten yaşamış mı? Reşat Nuri Güntekin Bursa Erkek Lisesi’nde edebiyat öğretmeniyken sık sık Zeyniler’e gelir, tepeden Bursa’yı seyreder ve yazarmış. O zamanlar köyde yaşayan küçük bir kız çocuğu ağaçların arasından ona bakar, bazen ayran ikram edermiş. Ardından da kaçar dalların arasında kaybolurmuş. Öyle ürkek, öyle hırçın, öyle sevimli… Yanakları al al koşturan Feride yazara ilham olmuş. Daldan dala sekip, bir görünüp bir kaybolan küçük kızı çalıkuşuna benzettiğinden hem romanına o ismi vermiş, hem de kahramanının adını Feride koymuş. Ayrıca Feride’nin serencamında Zeyniler’in üç beş evi, camisi ve kabristanı da yer almış. Köyün sakinleri 1855 senesinde aileleriyle birlikte Ahıska’dan göç eden 5 kardeş önce Çekirge tarafında ovada ikamet ettirilmiş. Yöre o dönemde bataklık ve sazlık olduğundan uyum sağlayamayınca Emirsultan’daki Zeyniler Camii çevresine göçmüşler. Daha sonra Zeyniyye Dergâhı dervişlerinin ibadet ve tefekkür için çıktıkları bu yayla Ahıskalı kardeşlere ikamet etmeleri için devredilmiş. Günümüzde 93 hanenin olduğu köyde sadece 5 aile daimi ikamet ediyormuş. Yolu 10 sene önce yapılan köye elektrik ise 2013 yılında bağlanmış.
Köyün sokaklarından geçerek bayırı tırmanıyor, köyün bittiği yerde ormanla kucaklaşıyoruz. İşte tam bu noktada başkanımız Hacer Özkalender tarafından parkur ve yürüyüş hakkında bilgilendirme yapılıyor. Ardından yürüyüş öncesi ısınma egzersizlerini tamamlayarak ormana giriş yapıyoruz. Sarının bin bir tonu ile bezenmiş yapraklar ayaklarımızın altında hışırdıyor. Hatta yaprak denizinde yürüyoruz diyebilirim. Avuç avuç havaya savurduğumuz yapraklarla halleşiyoruz. Önümüzdeki sonbahar manzarasını içimize sindirmek ve doğanın türküsünü dinlemek için sessizlik ilan ediyoruz. Bu orman yürüyüşü öyle keyifli ki şelale çıkışını geçip gitmişiz de haberimiz olmamış meğer.
Geri dönerek yol ayrımını buluyoruz. Dik bir inişin ardından derenin çağıltısını daha iyi duymaya başlıyoruz. Derenin aktığı yöne doğru yolumuza devam ederek küçük Ataman’a ulaşıyoruz. Burası ilk mola yerimiz. Doruklardan akıp gelen sular kayaların üzerinden cağıldıyor. Su her yerde en büyük nimet. Su hayat, su bereket.Yürürken ner adımda dinlediğimiz yaprakların hikayesine şimdi dereninki karışıyor. Seyretmesi ayrı güzel, dinlemesi ruhu dinlendiriyor.
Yakılan ateşin başında kumanyalarımızı arıştırıyor, bol bol fotuğraf çekiyoruz. Dinlenmenin ardından ekibin çoğunluğu Büyük Ataman’a doğru tırmanışa geçiyor. Dik çıkışa katılmayacak olanlar ateş başında serin ve tertemiz hava ve doğa ile başbaşa muhabbeti demliyorlar. Büyük Ataman’a varan ekip sarfettikleri enerjiyi şelalenin serinliğinde topluyor, Bu noktada alınan bir derin nefes dertlere deva, gönüllere şifa oluyor.
Ekibin bir araya gelmesi ile Kaplıkaya istikametinde inişe geçiyoruz. Evet Bursa’ya kadar uzanan bir yürüyüş bizi bekliyor. Yapraklarla kaplı zemin yer yer kayganlaşıyor. Böyle zamanlarda batonlar en büyük dayanağımız. Patika zorlu bir parkura dönüşmüş. Sırt çantalarımız yemek molasının ardından hafifledi ama biz ağırlaştık. Etraftaki muhteşem orman manzarasına odaklanmaya çalışıyorum. Yorgunluğumu defneler, adını bilemediğim yeşillikler, yosun tutmuş iri ağaç gövdeleri azaltır diye umutlanıyorum. Attığımız her adımda kayma riski var. Elimdeki batonlar olmasa ilerlemem mümkün değil. Ayaklarım çamurun içinde, çalılar, dallar arasında iniyor, iniyoruz.
Kaplıkaya’ya vardığımızda vakit akşama yaklaşıyor Bir güzel faaliyetin ardından; “en az böyle haftada bir dünyayı sessize alıp âlemi seyre dalmalı” diye düşünüyorum.